16 Temmuz 2019 Salı

ALLAH KİMDİR?

Allah: Bilinen ve Bilinmeyen, Görünen ve Görünmeyen Alemleri Yaratandır...

Bildiğimizi, bilmediğimizi, gördüğümüzü, görmediğimizi, göremediğimizi O yaratmıştır.

Gördüğümüz, görmediğimiz ve bildiğimiz, bilmediğimiz tüm tehlikelerden bizi koruyandır...

Gördüğümüz, görmediğimiz ve bildiğimiz, bilmediğimiz nice nimetleri üzerimize yağdırandır...

Her şeyin muhtaç olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmayandır...

Okyanusun altlarını, hücreleri, vücudumuzun en ücra köşelerini...
Mikrodan makroya...
Makrodan mikroya...
Uzaya, galaksilere, gezegenlere ve yıldızlara...
Karadeliklere...

ve daha nice bilmediğimiz, gözle görmediğimiz, göremediğimiz, bilinen ve bilinmeyenin Yaratıcısı...Hayal edilebilenleri, dilerse gerçeğe dönüştürebilen...Fantastik kurgulardaki canlılara, yaratıklara, saraylara varana dek hem de...

Bir makine yaratmamızı nasip edip, tüm bu kudretini keşfetmemizi sağlayan da O'dur.

Boyun eğilesi tek kişidir. 

YARATICIMA MEKTUP

Kahvemi içerken, gözüm masamdaki bir deftere takıldı. Bu defteri unutmuşum bile, meğer içine bazı dini-felsefi çıkarımlarımı, bazı öğrendiğim şeyleri yazmışım.

Kendime ışık olsun diye de en ön sayfaya şu ayeti yazmışım, kendime ışık diye not düşmüşüm yanına:

''Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kaldıracak olan başkası değil, O'dur. O sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu reddedecek yoktur. Kullarından dilediğini lütfuyla nasiplendirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.'' (Yunus Suresi, 107.ayet)

2 Nisan 2017, Pazar günü, gece 03:23'te şunları yazmışım:

Ne olursa olsun SEN benimlesin...(Biliyorum...)
Ne kötü şey yaşarsam yaşayayım, başıma ne kadar kötülük gelirse gelsin, en kötüsü gelse de SEN benimlesin...Sana, başıma en kötüsünü vermemen için sığınıyorum, dua ediyorum. 

Kötülüklerin, sıkıntıların karşısında senden başka kaçabileceğim bir yer yok. 

Bu kötülükler, benim kendi kazandığım yüzünden, bendeki potansiyelden/benim benliğimden kaynaklı bir hikmete dayalı, biliyorum.

Şura Suresi 30.ayet
''Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle kazandıklarınızın sebebiyledir ve Allah, çoğunu da affediyor.''

Merhamet et. Beni affet. 

Ne yaparsak yapalım, sen bir şekilde bize bugüne dek merhamet ettin, elimizden tuttun. Kimsemiz yoktu. SEN'den başka.

Artık en kötü koşulda, en iyisi olmaya çalışıyorum.

Bize en iyi kullarından olmamız için şevk ver Rabbim. Beni sen yarattın. Beni, sana tam teslim kıl, her zaman.

Başıma sen ne dilersen benim için, iyi veya kötü senden başka kimse sa-va-maz. 

ve ben, senden başka sığınacak bir yer de bulamam...

Tevbe Suresi 118.ayet:
Geride bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, benlikleri kendilerini sıkıştırmıştı. Allah'ın öfkesinden kurtulmak için yine Allah'a sığınmaktan başka bir çare olmadığını fark etmişlerdi. Sonra O, onlara tövbe nasip etti -ki- eski hallerine dönsünler. Hiç kuşkusuz Allah, tövbeleri çok kabul eden, rahmeti sınırsız olandır...

Tövbe (doğru yola, doğru davranışa yönelmek ve yapılan kötülükten vazgeçmek) ve istiğfar (günahları itiraf etme ve affını dileme), çok çok büyük nimetler ve Allah'ın büyük lütuflarıdır. Allah'ın büyük merhamet kapılarıdır. Tövbeye (doğru davranışa yönelen) kurtulur. İnşallah. 



26 Ocak 2019 Cumartesi

Korsan Prenses


Adalet, merhamet, sevgi, sağ duyu, akıl, vicdan, cesaret...Bunlar insanda görülebilir kavramlardır ve bu özellikler zenginde, fakirde, kadında, erkekte, çocukta, yakın akrabada, uzak akrabada, kariyer sahibi birinde, düşük maaşlı birinde, yani kısacası toplumsal kimliği çok farklı kişilerde görülebilir. Bazen insanlar böyle bakmıyor bunlara. Örneğin sanki adalet erkeğe özgü, merhamet kadına özgü bir kavram gibi davranılıyor...Cesaret çocukça, sevgi anneye has, sağ duyu babaya has gibi davranılıyor...Oysa insanlar neticede insandır ve kendilerini eğiterek veya eğitmeyerek olumlu-olumsuz yanlarını arttırabilir, azaltabilirler. 

Cinsiyet anlamında bakarsak, kadına aslında başarabileceği pek çok şeyi başarmak, toplum tarafından yakıştırılmamıştır. (Tabi erkeklere de erkeksin diyerek yakıştırılmayan pek çok olumlu şey vardır.)

Masallardaki kahramanlar çoğunlukla erkektir. Oysa insanlık tarihinde ve Türk milletinin geçmiş tarihinde de pek çok kadın kahraman mevcuttur. Hatta orduları yöneten, savaşan, mahkemelerde hakimlik yapan, devletin diplomatlığını yapan kadınlar olmuştur. (Tomris Hatun, Boarık Hatun gibi pek çok kadın, daha yakın tarihlere gelirsek Altuncan hatun vb.) İskitlerde, Sarkatlarda (Bu saydığım eski Türk toplumlarıdır) erkekler gibi savaş eğitimi alan, kılıç kullanan, at binen, avlanan kadınlar vardır ve kız çocukları da küçük yaşlardan itibaren bu yönlerde eğitilmiştir. Kurtuluş Savaşı zamanında da Türk kadını, fiziksel olarak da dayanıklılık gösterebileceğini kanıtlamıştı, cepheye mermi taşıyan kadınlar bizim ninelerimizdi. Milli mücadelede kadın askerlerimiz de oldu. Nezahat Onbaşı, Erzurumlu Kara Fatma, Halime Çavuş, Gördesli Makbule, Çete Emir Ayşe, Tayyar Rahmiye...Daha da yakın tarihimize gelirsek, anneannelerimiz babaannelerimiz, bugün pek çok 20'lik genç erkeğin zorlanacağı bahçe işlerini senelerce yapmıştır. Fiziksel güç erkeğe yakıştırılsa bile, çalışıldığında, eğitildiğinde, bu alanda da başarılar sergileyecek kadınlar olabilmektedir. Hem de istisna filan değillerdir. Çalışmakla bazı şeyleri başarmak mümkündür. Günümüzden örnek verirsek, f-16 pilotu Berna Şen Şenol'dan bahsedebiliriz. Berna Şen Şenol'dan bahsediyorum çünkü f-16 kullanmak, kas gücü-dayanıklılık-dikkat gibi şeyler gerektirmektedir. Merak eden varsa kendisinin şurada konuşması var: https://www.youtube.com/watch?v=s7W5y48u6EM Fiziksel olarak kendimin güçlü olduğunu düşünmüyorum. Belki sporcu bir geçmişim olsa veya bu saatten sonra fiziksel alanlarda buna yönelik çalışmalar göstersem gücüm artabilir, bilemiyorum ama gerek geçmiş tarihimizde, gerek bu günümüzde günlük hayatta da güçlü (ruhsal anlamda değil fiziksel anlamda güçlü) kadınlar olabilmiştir. Normal kilodaki 3 erkeğe karşı kendisini savunabileceğini söyleyen, Türk kick boksçu ve taekwondocu İrem Yaman gibi. 

Fiziksel güce girdim çünkü erkeğe en çok yakıştırdığım (yakıştırmaktan kastım, doğuştan daha şanslı ve yatkın bulduğum anlamında) bu alanda bile, istisna olmayacak sayıda kadınlar, çalışarak fiziksel anlamda güçlü olabilmekte. Günümüzde fiziksel güç sağlık için, öz güven için geliştirilebilir bir durum olsa da; toplumda güç artık para-bilgi sahibi olmak-kariyer gibi şeylerle elde ediliyor. Bunlar da erkeğe özgü şeyler değil. Bir kadın da günümüzde toplumda güç elde edebilir ve ezilmemesi için elde etmelidir de. Geçmiş toplumlarda da elbette zengin kadınlar, fakir erkeklerden daha nüfuz sahibiydi. 

Fiziksel güç hakkında konuşmayı bırakırsak -her neyse- adalet, sevgi, merhamet, vicdan, akıl, duyarlılık; bunlar kas gücü ile alakası olmayan, tamamen insan olmakla alakalı kavramlardır. İnsani yönler yani bu yönler eğitildikçe, kaslar gibi güçlenir. Adalet, merhamet, cesaret, fedakarlık; bunlar insana has şeylerdir. Hiçbir cinsiyete has değildir. Doğurganlık bir cinsiyete has olabilir, baba olmak bir cinsiyete has olabilir ama şahsiyetli, haysiyetli, ahlaklı olmak, cinsiyete has şeyler değildir. 

Demem o ki, artık kadınlara yapamaz, başaramaz demeyi; toplumun dışına itmeyi bir bırakın. Bırakın yapsınlar. Bırakın ezilmesinler. Ayetlere göre kavvam (koruyucu) erkek olmak da aslında kadınların psikolojik ve fiziksel olarak korunmasından yana olmakla olur. Toplumda sırf parasal sebepten boşanamayan bir sürü kadın varsa kavvam (koruyucu) olmak, kadınların parasal anlamda güçlü olabilmesinin önünü açmayı desteklemekle olur. (Ayetlere göre kocalar karılarına kavvamdır denmez, erkekler kadınlara kavvamdır denir. Toplumdaki tüm erkekler, kadınlara karşı kavvam yani koruyucu olmalıdır.)

Biraz uzun bir giriş oldu, bu kadar uzun giriş yazısı yazmayı beklemiyordum. Ben bu girişte anlattıklarımla uyumlu olarak bir kadının da, alttan alta aslında erkeğe yakıştırılan(!) ve toplumu olumlu anlamda değiştirebilecek şeyleri başarabileceği mesajının yer aldığı bir masal anlatmak istiyorum. 

Geçen aylarda bir Türkçe dersinde, öğretmenimiz tahtaya bazı anahtar kelimeler yazdı. Kral, adalar, korsan gibi birkaç kelime yazdı ve bu kelimeleri içeren bir masal yazmamızı istedi. Benim de aklıma bu anlattıklarımla ilgili bir kurgu geldi (şimdiden uyarayım, bu masalı çocuklara özellikle kız çocuklarına okumanız güzel olabilir ama 1-2 yeri sansürlemeniz/değiştirmeniz gerekebilir) ve ortaya 10 dakikada aşağıdaki masal çıktı. Tabi bu masal bittiğinde bana şu ayeti de hatırlattı:

İşi ehline verin. (Nisa, 58.ayet)

Bakın ayette erkeğe demiyor, ehline diyor. 

Unutulmamalı ki, bir toplum kadını yok sayarak, onu eve hapsederek, onu güçsüz ve imkansız bırakarak, onu üretime katmayarak asla güçlenemez. Böyle bir toplum ne kadar güçlü olduğu iddia edilirse edilsin hep bir eksik, hep en önemli basamağı dayanaksız kalacaktır. Savaşlarda dahi kadınların fiziksel gücüne ihtiyaç olmuştur. Milli Mücadele yıllarında olduğu gibi. Peygamberler zamanında olduğu gibi. Kadınların aklına, vicdanına, bazen fiziksel gücüne ama en önemlisi her zaman ekonomik gücüne ihtiyaç vardır. Toplum kadınıyla erkeğiyle bir bütündür ve kadınıyla erkeğiyle ilerleyebilir.


                                           KORSAN PRENSES 

Bir sürü adalardan oluşan, denizlerle çevrili uzak bir ülkede, zalim bir kral vardı. Uzun boylu, esmer bir adamdı. Pek güçlü sayılmazdı. Ülkesindeki insanları hiç düşünmez, sarayında zevk sefa içerisinde yaşardı. Öyle ki bazen suçlulara ceza bile verilmezdi. Ülkedeki ekinler-gıdalar bozulmuş, halk güçsüz düşmüş ve sefil bir şekilde yaşayanların sayısı hızla artmıştı. Kralın çok cesur, adil, akıllı ve merhametli bir kızı vardı. Kral ülkesini umursamıyordu, zalimdi ama prenses kızına da çok düşkündü. Prenses bal rengi gözleri, küçüklüğünden beri al yanakları, koyu saçları ile neşe saçıyordu. Kralın Prenses hakkında bilmediği büyük bir sır vardı. 

Ülkede son zamanlarda Krala karşı ayaklanmalar, isyanlar başlamıştı. Bu ayaklanmaları Kralın zalim askerleri bastırmaya çalışsa da baş edemedikleri bir korsan vardı. Korsanın kim olduğu, yaşı, ismi belli değildi. Bu korsan aslında diğer korsanlar gibi eşkıyalık yapmıyordu. Köle olarak ülkeye getirilen esirlerin olduğu gemilere saldırıyor, esirleri kurtarıyordu. Gemideki köle tacirlerini bazen öldürüyor, bazen sakat bırakıyordu. Hakkını aramaya çalışan masum halka saldıran Kralın gemilerine, karşılık olarak saldırıyordu. Daha sonra bir hayalet gibi ortadan kayboluyordu. Yahut ne zaman Kralın memurları bir balıkçıyı türlü haksız gerekçelerle cezalandırsa, ortaya çıkıyor ve o memurları bir şekilde etkisiz hâle getiriyordu. Kral aslında bu halk savaşçısını kötülemek için ona korsan adını takmıştı. Halk da ''Hayalet Korsan'', ''Cesur Korsan'' gibi isimler takmıştı ona. Kimi bu korsanın tek gözü kör bir bunak olduğunu, kimi çok güçlü bir genç delikanlı olduğunu söylüyordu. 

Bir gün Kral, adamları ile bu korsanı yakalamak için büyük bir hazırlık yaptı. Korsanı yakalayana koca bir sandık altın vereceğini söyledi. Bir akşam herkesin gözü önünde korsanın yakalanması için akıllıca bir plan yapıldı ve korsan yakalandı. Kral, korsanın yüzündeki maskeyi ibret olsun diye çıkarttığında herkes büyük bir şok yaşadı, çünkü cesur korsan, kralın kendi öz kızıydı! Halkın da dili tutulmuştu sanki. Herkes korkunç yaşlı bir adam veya güçlü genç bir erkek beklerken; korsan, prensesin ta kendisiydi! 

Kral kendi kızına kıyamadı. Onu hapse atmayı, öldürmeyi, aşağılamayı, kötülemeyi istemedi. Artık yaşlandığını bahane ederek birkaç gün sonra, ülkenin anahtarını kızına teslim ettiğini, davullarla şölenlerle duyurdu. 

Halk; bu adil ve merhametli Prenses'in yeni yöneticileri olmasına sevindi. Sadece, Kral zamanında haksız bir şekilde zenginleşenler bu durumdan hiç hoşlanmadı. Birkaç yıl sonra Korsan Prenses, ülkesini daha bereketli, adil, mutlu bir yere çevirmeyi başardı.